6 Haziran 2009 Cumartesi

M. ŞEHMUS GÜZEL, FAHRİ PETEK’İ ANLATIYOR
SÖYLEŞİ: Nuri BEYAZ



M. Şehmus Güzel’in yeni kitabı Fahri Petek: Bir Hayat, Üç Can TÜSTAV İktisadî İşletmesi Yayınları’nın “Sarı Defterler Dizisi”nin 11. kitabı olarak Nisan 2009’da okuyuculara sunuldu. 1949’dan bu yana Paris’te yaşayan ve ilk yılları epey zorluk içinde geçen, “sürgün zor meslektir”i iyi bilen, daha sonra biyokimya alanındaki araştırma ve buluşlarıyla uluslararası ün kazanan ama ülkesinde unutturulmak istenen Fahri Petek’in hayatını çocukluğundan bugüne kadar alıp inceleyen M. Şehmus Güzel ile kitabını ve Petek’in hayat hikâyesini konuşmak gerekiyordu. Biz de öyle yaptık. Buyurun söyleşimize.
NB: - Hocam, merhaba. Fahri Petek’in hayatı nasıl ve neden ilgi ve inceleme alanınıza girdi?
MŞG: - Merhaba Nuri. Kitabıma gösterdiğin ilgi için önce teşekkür etmek isterim. Ayrıca en vefalı okuyucum olman nedeniyle de bir dahaki kitabımı senin hayatına ayırmaya da burada söz veriyorum. Bir dahakini veya daha sonrakini, ama senin hayatın da bir roman, onu da mutlaka yazmak ve geniş okuyucu kitlesine ulaştırmak lazım. Şimdiden söyleyeyim beş parasız kaldığın günleri de yazacağım mutlaka, darılmaca yok. Tamam mı? Soruna gelince şöyle yanıtlayayım:
Fahri Petek’i 1980’lerin başında Abidin Dino’larda tanıdım. Daha önceden ismini duymuştum. Türkiye’de sol hareketin tarihine ilişkin kimi kitapta ismi geçen bir insan olması açısından da öteden beri merak ettiğim biriydi. Ama bütün bunlar onun hayat hikâyesini yazmak için yeterli nedenler değildi. Zaman geçti. Abidin Dino’nun hayat hikâyesini yazmaya başladığım sırada bu konuda söyleşileriyle bana yardımcı olabilecekler arasında Fahri Petek de vardı. Abidin için onunla yaptığım söyleşilerde Petek’in hayatını biraz daha yakından öğrendim. Ve o zaman işte bu hayatın mutlaka bilinmesinde yarar olduğunu anladım. Bunun üzerine Petek’le eşi Neriman Hanım ve kızı Gaye ile bu amaçla konuşmalarımı sürdürdüm. Birçok kaset doldurdum. Onları tek tek bizzat çözdüm. Sonra yeniden görüşmeler yaptım, yeni sorular sordum, her meseleyi bütün yönleriyle öğrenmek için Petek’i epey yordum. Ben sordum o yanıtladı. Ben sordum o yanıtladı ve artık her şeyi anlattığı sonucuna ulaşınca oturdum yazmaya başladım. Metni bitirdim. Sonra bu metni Petek ailesi üyelerine verdim. Fahri ve Neriman Petek bir yandan Gaye Petek öte yandan metni okudular. Sonra hepimiz bir araya geldik. Kimi ekler ve düzeltmeler, kimi çıkarmalar yaptık ve kitap bu aşamalardan geçtikten sonra bu biçimiyle çıktı ortaya. Hani görücüye çıkmış denilir ya biraz öyle işte.
Bugün yayınlanan bu kitap daha önce yayınladığım Yılmaz Güney, Abidin Dino ve Remzi’nin (Raşa) özgeçmişlerine ilişkin kitaplarla akrabadır. Böylece 1940’ların sonundan bugüne Parislere gelen, onca zorluğa rağmen başarılı olan kardeşlerimizi, ustalarımızı, yoldaşlarımızı, arkadaşlarımızı anlatmak olanağı da buldum. Bu da az şey sayılmamalı. Daha yapılacaklar var ve onlar da bizi bekliyor elbette...
NB: -Fahri Petek’in yaşamında ilgi çeken kilometre taşları nelerdir?
MŞG: -Bana kalırsa hayatının tümü ilginç. Bu elbette bir konuyu, bir insanı inceleyen, onun hakkında bir şeyler yazan birinin kendisini konusuyla veya ilgilendiği kişiyle bütünleştirmesi sonucu söylenmiş sanılabilir. Böyle bir olasılık, böyle bir tehlike var mutlaka, ama burada hiç de öyle değil. İşte buyurun birlikte bakalım hayatının önemli dönemeçlerine:
Bir defa Balkanlar’dan göç eden bir ailenin üyesi olarak İstanbul’da, ama dikkatini rica ediyorum Nuri, herhangi bir mahallede de değil çok sesli ve çok renkli Rami’de doğması başlı başına bir roman. Sonra Anadolu’dan Yunanistan’a “göç eden”lerin bıraktıkları boşluğu doldurmaları için hükümet kararıyla Bergama’ya yerleştirilmeleri de son derece ilginç. Eczacı babasını çocuk yaşta kaybetmesi ve bunun üzerine mesleğinin daha o yaşta, yani bir anlamda önceden belirlenmiş olması da öyle her zaman rastlanan cinsten bir şey değil. Bunun nedenini niçinini kitapta anlatıyorum. Yine daha çocukken Bergama’daki tek sinemayı işleten “Bolşevik” Cavit Bey’den öğrendikleri geleceğin delikanlısının oluşumunda belirleyici oluyor. Çocuk yaşta komünizmle veya haydi daha mütevazı bir dille solla diyelim, tanışması ve 1940’ların başından itibaren Türkiye Komünist Partisi (TKP) içinde faaliyet yürütmesi, Türkiye sol hareketi ve işçi hareketi tarihi açısından bilinmesinde yarar olan olaylardır. İstanbul’da Eczacılık Fakültesi’ndeki öğrencilik yılları ve gördükleri, yaşadıkları da. 1946’da yaşamına sadece altı ay kadar tahammül edilen Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) üyesi olması ve bu Parti bünyesinde yapabildikleri de... Bergama’daki eczacılık günlerinde bizzat tanık oldukları ve nihayet değişik tehditler sonucu ülkesini, eşini ve o sırada yeni doğmuş kızını terk etmek zorunda kalması ve Temmuz 1949’da Paris’e gelmesi de...
NB: -Ben de oraya değinmek istiyordum. Birçok insan tutuklanmamak için veya yeniden gözaltına alınmamak için zar zor yakasını kurtarıp Paris’e geldi o yıllarda. Fahri Petek’i bu kadar acil bir biçimde tehdit eden bir şey var mıydı?
MŞG: -Ne demek istediğini anlıyorum Nuri. Petek ülkesinde hiç gözaltına alınmadı. Bu daha çok şanslı olmasından kaynaklanıyor. Şansı yaver gitti, olması gereken yerde oldu ve hiç gözaltına alınmadı. Evet böylesi de çok enderdir. Ama başkaları da var. Petek’in şansı konusunda bir örnek vermek istiyorum: 16 Aralık1946’da İstanbul’da, İzmir’de, Zonguldak’ta ve birkaç kentte daha TSEKP ve bağlı sendikalarının üyeleri ve yöneticileri, sabahın köründe evleri basılıp gözaltına alınırken Petek Bergama’da eczacılık yapıyordu ve bu sayede gözaltına alınmaktan ve daha sonra hapsedilmekten kurtuldu. Daha önceki TKP tutuklamalarında ise bağlı olduğu Hadi Malkoç’un gözaltında “çözülmemesi” ve Hadi Malkoç’a bağlı hücrelerin ortaya çıkarılamaması sayesinde Petek paçasını kurtardı Ama 1949’da terk etmesi gerekiyordu ülkesini çünkü Bergama’da tehditler ciddi boyutlar alıyordu. Bunları kitapta anlatıyorum. Büyük kentlerde bile komünist olarak yaşamak ve çalışmak çok zorken küçük bir kasabada bu daha da zordu. Evet artık kasabasında yaşaması mümkün değildi. Dahası Paris’e de elini kolunu sallamaya, turistlik yapmaya gelmedi...
NB: -Peki ne için geldi?
MŞG: -O sırada Paris’te okuyan, çalışan ve yaşayan birkaç öğrenci ve işçi gencimizin oluşturduğu İleri Jön Türkler Birliği (İJTB) isimli yasal olmayan ama yasadışı da olmayan derneğin, Nâzım Hikmet’i özgürlüğüne kavuşturmak için yapmak üzere olduğu, yaptığı ve yapacağı eylemler için yardıma ihtiyacı vardı. Petek, İJTB’ye yardım için geldi denebilir. Kendisi zaten aynen böyle söylüyor. Ve şakası da yok, nitekim gelir gelmez bu faaliyetlerin içine giriyor. İJTB hakkında çok şey bilinmiyor, ama gerek Petek’in anlattıkları gerekse bu konuda konuştuğum ve ne iyi ki birkaçı hayatta olan “Eski Tüfek” ama hala tıkır tıkır çalışan yoldaşlarının anlattıkları, Dünya Barış Hareketi üzerine o yıllarda yayınlanmış klasiklerde okuduklarım ve nihayet TÜSTAV Arşivleri’nden edindiğim belgeler sayesinde bu konuda orijinal şeyler yazabildim. Bu açıdan bakınca hem Türkiye sol hareketinin hem de işçi hareketinin tarihine bu konuda birkaç tuğla veya kaldırım taşı daha yerleştirdik denebilir. Bu da çok önemli. Ve bunu Petek’in, yakınlarının ve o yıllardaki yoldaşlarının anlattıkları sayesinde gerçekleştirmiş olmaktan memnunum. Bunu bugünlerde biz yapmazsak kim yapacak?
NB: -Haklısınız Hocam. Nâzım Hikmet’i Kurtarma Ve Eserlerini Yayma Komitesi’nin kurulduğunu ve yaptığı değişik faaliyetleri kitabınızda okudum. Daha önceleri Attilâ İlhan da kimi yerde bu işi bizzat kendisinin üstlendiğini yazdı. Bu konuda gerçek veya gerçekler nelerdir?
MŞG: -Bu konu son derece ilginç. Petek bu meseleyle ilgili çok hoş şeyler anlattı. Diğer söyleşi yaptıklarım da. Petek, Attilâ İlhan’ı o daha çok gençken İzmir’de tanıyor. İlhan, Paris’e her geldiğinde Petek’le yakın arkadaşlık ediyor. Bu açılardan Petek onu her yönüyle tanıyor ve bize de anlatıyor. Burada Fransızca bir deyim kullanacak olursak, Petek, ‘i’lerin üstüne noktaları koymayı da ihmal etmiyor. Bunlar kitap okununca görülecekler. Attilâ İlhan’ın iyi şair ama aynı zamanda Abbas Yolcu kitabında örneğin epey abartmalı yazmayı seven şirin bir insan olduğu böylece ortaya çıkıyor. Kimse ona kızamıyor ama gerçekleri söylemeden de geçmek nâ-mümkün. Nerede ve niçin Nâzım Hikmet için eyleme katılmadığını, nerede Nâzım Hikmet şiirlerini okumak için koşarak geldiğini kitapta anlatıyorum. Şairimiz, ışıklar içinde yatsın, Paris’te kaldığı zamanlarda Seine Nehri’nin ne tarafa doğru aktığını fark edememiş. İnanılır gibi değil ama Şair’in adını andığım kitabını okuyunca bu gerçek ortaya çıkıyor. İkinci baskısında yanlış(lar) düzeltilmeden duruyor(lar). Başka yanlışları ve başka abartmaları da var. Ama hepsini bu kitaba alamazdım. Ancak Fahri Petek’in yaşamına ve evlerine ilişkin yanlışlarını belirtmek, yazmak ve düzeltmek zorundaydım. Çünkü kitabım Petek’lerin hayatına ilişkin. Rahmetlinin yakınlarını üzmek istemem. Attilâ İlhan yaşarken bunları yazmak isterdim. Ama vakit bulamadım. Ve dahası “Kaptan’ın bu kadar erken bizi bırakıp gideceğini de tahmin etmiyordum. Attilâ İlhan gibi ortak hafızamıza mal olmuş isimlerin ölmesini kabul etmek mümkün değil. Gençlik yıllarında yazdığı kitabındaki birkaç hatayı da başına kakmamak lazım. İyi şiirler yazdı. İyi romanlar da. Eh o kadar yazan birinin arada bir hele daha çok gençken, yaptığı hatasını da es geçebiliriz sanıyorum. Ayrıca hem Fahri Petek, hem Neriman Hanım, hem de Gaye Petek şair için sevimli şeyler anlattılar. Kitapta bunlara da yer veriyorum. Şaire şaka yollu takılmak için şunu ekleyeyim isterseniz: Attilâ İlhan her halde Paris’te yürüdüğü ve “yürüttüğü” kadar hiç bir yerde yürümedi ve “yürütmedi”. Kitabı da zaten Abbas Yolcu adını taşıyor ve o da bir baştan bir başa yürüyor. Kitabı baştan aşağı yürümek fiiliyle çekilebilir.
NB: - O yıllarda Paris’te daha pek çok öğrenci, işçi ve gencimiz de vardı sanıyorum.
MŞG: -Elbette. Onlar da anılarıyla kitapta resmigeçitte. Hepsinden bir iki anı aktardım. Hem Petek anlattı hem de diğerleri. Ve böylece 1950’lerin hemen başından itibaren ki Paris çocukları(mız)ın portrelerini ve toplu fotoğraflarını vermeye çalıştım. Sadece isimlerini sıralamak için şunlar hemen akla ilk gelenler: Mübin Orhon, Abidin Dino, Güzin Dino, Avni Arbaş, Pertev Naili Boratav, Sevim Tarı daha sonra Sevim Belli olarak tanınan ünlü bayan siyasetçimiz, Ahmet İkizek nam-ı diğer “Kürt” Ahmet, “Çingene” Hakkı yani Hakkı Anlı, Hıfzı Topuz, Safter Tarin, Doğan Aksoy, Kemal Baştuji, Tacettin Karan, Doğan Avcıoğlu, Remzi Raşa, Cahit Güçbilmez nam-ı diğer “Mırç”, Hasan Akkuş... Bu arada bütün yarı aç yarı tok dolaşan çocuklarımıza bir yerde Sosyal Güvenlik Kurumu gibi ve beş kuruş almadan sağlık hizmeti sunan Doktor Japhet (İstanbul’da Cafer), Petek’in birçok Fransız arkadaşı, meslektaşıyla da tanışıyoruz. Ve onları da anlatıyorum. Böylece Petek de onları anıyor bir anlamda...
NB: -Nâzım Hikmet Paris’e birkaç kez geldi… Peteklerle görüşmesi çok ilginç olmuş...
MŞG: - Nâzım Hikmet Paris’e geldiğinde özgürlüğüne kavuşması için çabalayan herkese tek tek teşekkür etti. Ziyaret edebileceklerini ziyaret etti. Bu arada elbette Peteklere de geldi. O gün yanında Mübin, Abidin ve Güzin vardı. Çekilen fotoğraflarda misafirleri göremiyoruz ama Fahri ve Neriman Petek’in Nâzım’la çekilen fotoğrafları bu kitapta ilk kez yayınlanıyor. Neriman Hanım’ın o fotoğrafta gözleri kapalı. Neden mi? Çünkü o gün “Nâzım o kadar içli, o kadar acılı şiirler okudu ki ağladık, ağladık, ağladık da ondan”...Nâzım herkese borcunu ödemesini bildi. Ve herkes de onu sevdi, bağrına bastı ve asla unutamadı. Nuri, istersen bu söyleşiyi Şair Baba’nın bir şiirinden birkaç satırla bitirelim:
NB: -Tamam Hocam, buyurun.
MŞG: -Sağ ol kardeşim: İşte şu satırlarla:

"Yine görüşürüz dostlarım benim,
yine görüşürüz.
Beraber güneşe güler
beraber dövüşürüz."